“Laleş'i ziyarete de giden babandan ne kadar da hikâyeler dinledin böyle. Kıyımları, zulümleri, kıyımlara yol hazırlayan iftiraları, karalamaları, aşağılamaları. Köydeki evinizin o ağır yokluk, yoksulluk havası içinde. Bir ağıt gibiydi babanın sözleri. İçli ve sessiz. Sitemli ama isyan duygusundan uzak. Aşılamayan bir zulmün getirdiği ezikliğin orta yerinden dökülen sözler. Ve size kadar uzanan, bitmemiş hikâyelerden dolayı kaygılı.” Ama sadece kötülüğü değil, iyiliği de anlatmış bu öyküler. Hax'ta, adı Anıtlı'ya çevrilmiş Süryani köyünde babasıyla birlikte Dêr'e, yani kiliseye gittiklerinde bize birkaç cümleyle anlattığı şey, hayatın ta kendisidir, yok oluşla, var oluşla, nefreti ve sevgisiyle, tüm bir hayat: “Ayrılmak üzere babasıyla taş basamaklardan indiklerinde, rahibe çağırıp durdurmuş Seydo'yu. Siyahlar içindeki aydınlık yüzü ve o ana kadar gördüğü en güzel gülümsemeyle bir portakal uzatmış ona. Yeryüzündeki tüm sevecenlikler sanki o portakalda toplanmış ve sanki o turuncu küçük küre yerküreye dönüp kendisinin olmuş o an. Seydo, o vakit yaşadığı duygulara isim koymasını bilseydi, bunun bir rahibeye duyulan aşk olduğuna dair Kur'an'a el basabilirdi…”
Evet sevgili okur, haddim olmayarak size bir diyeceğim var: Öyküleri bir defa okumayın. Bir öykü bitince, dönüp baştan okuyun. İsterseniz üç kez, dört kez. Her defasında, bir önceki okuyuşunuzda göremediğiniz yeni bir incelik, yüreğinizin bir köşesini ağrıtan yeni bir sözcük, yeni bir deyiş, yeni bir hissediş bulacaksınız.
Ayşe Günaysu
“Laleş'i ziyarete de giden babandan ne kadar da hikâyeler dinledin böyle. Kıyımları, zulümleri, kıyımlara yol hazırlayan iftiraları, karalamaları, aşağılamaları. Köydeki evinizin o ağır yokluk, yoksulluk havası içinde. Bir ağıt gibiydi babanın sözleri. İçli ve sessiz. Sitemli ama isyan duygusundan uzak. Aşılamayan bir zulmün getirdiği ezikliğin orta yerinden dökülen sözler. Ve size kadar uzanan, bitmemiş hikâyelerden dolayı kaygılı.” Ama sadece kötülüğü değil, iyiliği de anlatmış bu öyküler. Hax'ta, adı Anıtlı'ya çevrilmiş Süryani köyünde babasıyla birlikte Dêr'e, yani kiliseye gittiklerinde bize birkaç cümleyle anlattığı şey, hayatın ta kendisidir, yok oluşla, var oluşla, nefreti ve sevgisiyle, tüm bir hayat: “Ayrılmak üzere babasıyla taş basamaklardan indiklerinde, rahibe çağırıp durdurmuş Seydo'yu. Siyahlar içindeki aydınlık yüzü ve o ana kadar gördüğü en güzel gülümsemeyle bir portakal uzatmış ona. Yeryüzündeki tüm sevecenlikler sanki o portakalda toplanmış ve sanki o turuncu küçük küre yerküreye dönüp kendisinin olmuş o an. Seydo, o vakit yaşadığı duygulara isim koymasını bilseydi, bunun bir rahibeye duyulan aşk olduğuna dair Kur'an'a el basabilirdi…”
Evet sevgili okur, haddim olmayarak size bir diyeceğim var: Öyküleri bir defa okumayın. Bir öykü bitince, dönüp baştan okuyun. İsterseniz üç kez, dört kez. Her defasında, bir önceki okuyuşunuzda göremediğiniz yeni bir incelik, yüreğinizin bir köşesini ağrıtan yeni bir sözcük, yeni bir deyiş, yeni bir hissediş bulacaksınız.
Ayşe Günaysu